Renkler yaşama anlam katmanın yanında birçok toplumda ve kültürde ifade biçimi olarak konumlandı. Onları bazen hüznümüzü anlatmak bazen de farklılığımızı ortaya koymak için birer araç olarak kullandık belki de. Modadan sanata, mimariden tasarıma hatta fikirlerimize kadar renklerin ifadeleri fazlasıyla etkilidir demek hiç de abartı olmayacaktır. Çünkü renkler aynı zamanda trafikte tehlikeyi, bir markada güveni de temsil edebilir.
Bugün bildiğimiz tüm renkleri neredeyse her şeyde kullanabiliyor, evlerimizden kıyafetlerimize, araçlarımıza kadar en soft, en ara renkleri dahi elde edebiliyoruz. Fakat elbette ki insanlık için her zaman durum böyle değildi. 20. yy öncesinde örneğin tüm renk pigmentlerini elde etmek mümkün değildi. Örneğin bazı renkler diğerleri kadar kolay ortaya çıkarılamıyordu. Bunun yanında doğada bulunan bazı renklerin tüketilebilir bir şekilde kullanılabilmesi için sentetik yollarla çoğaltılması gerekiyordu. Elbette zamanla üretim gelişse de daha fazla emek gerektiren ve daha pahalı süreçlerle ortaya çıkarılan bazı renkler vardı. Mesela o dönem kraliyet mavisi denen renk, sınıfsal bir ayrımla belki de sürecini ve olabileceği bedeli kendi adıyla gösteriyordu.
Yeşil ise her ne kadar doğada çokça bulunsa da ve bizlere birbirinde mükemmel yüzlerce farklı tonunu sunsa da ticari kullanım için üretilmesi zor ve kısıtlı pigmentlerden biriydi. Bir süre tüccarlar ve sanatçılar bu pigmenti parlak göstermenin yollarını bulmaya çalıştılar. Fakat 1775 yılına kadar istenen yeşil pigmentleri ortaya çıkarılamamıştı.
İsveçli kimyager Carl Wilhelm Scheele, arsenik üzerinde deneyler yaptıktan sonra bakır arsenikten koyu yeşil bir tona erişti. Scheele'nin yeşili ticari olarak geliştirildikten kısa süre sonra, Schweinfurt yeşili ve zümrüt yeşili dahil olmak üzere renkte bazı varyasyonlar yaratıldı. Zamanla, bu varyasyonlar dünya çapında kumaşlara ve boyalara girmeye başladı. Fakat ne yazık ki hepsi yüksek düzeyde zehir içeriyordu.
Aslında, 19. yüzyılın büyük bir bölümünde, tüm cezai zehir vakalarının üçte biri arsenik içeriyordu. Buna rağmen, birçok doktor kimyasalın tam olarak ne kadar zehirli olduğu konusunda şüpheciydi. Arsenik zehirlenmesi semptomlarının çoğunun diğer hastalıkların semptomlarını taklit etmesi de dahil olmak üzere çeşitli nedenlerle etkinin doğrudan çıkarımını yapabilmek kolay değildi. Ayrıca, arsenik zehirlenmesinin etkisi genellikle yalnızca yaşlılar, çocuklar ve bağışıklığı baskılanmış insanlar dahil olmak üzere nüfusun en savunmasız üyeleri üzerinde görüldü.
Durum, yeşilin ölümcül tonlarının modasıyla birlikte, onun alışveriş merkezlerine sessizce girmesine izin verdi. Zamanla zehir herkesten habersiz öldürmeye devam ediyordu. 1860'larda ve 1870'lerde, parlak yeşil arsenik tonları hem giyimde hem de ev dekorasyonunda moda olmuştu. Hatta batı dünyası için duvar kağıtları ve kıyafetlerin yanı sıra, arsenik günlük yaşamın bir parçası halini aldı. Kozmetiklerde az miktarda da olsa arsenik bulunabilirken beyaz arsenik veya arsenik trioksit bile reçete ediliyordu. Bebek arabaları bile bazen bu renge kurban gitmişti.
Arseniğin popülaritesi arttıkça, sağlıklı insanlar için daha fazla sorun oluşturmaya başladı, ağırlıklı olarak tekstil ve fabrika işçileri zehirle sürekli temas halindeydi. Bu durumdan en çok duvar kağıdı fabrikalarındaki işçiler etkilendi. Duvar kağıdını yapmak için kullanılan kağıtlar ince bir toz oluşturan küçük lifli parçacıklara sahipti. Yorucu üretim süreci çok fazla toz çıkardığı için işçilerin cildine, gözlerine ve ciğerlerine yapışan yapıya sahipti.
Slush Jobs olarak hikayelere bayıldığımız bilinir… Arseniğin ölümcül yanını Youtube’da takip ettiğimiz BuzzFeed Unsolved Network kanalının bir içeriğinden yola çıkarak oluşturduk. Orada anlatılan hikayeyi de sizinle paylaşalım istedik.
- Londra’da Matilda Scheuer adında 19 yaşında bir fabrika işçisi hasta hissettiği için doktora gitti. Fabrikada, şapkalar için üretilen yapay yaprakların tozunu alma işiyle ilgileniyordu. Gününün çoğunu başta yeşil arsenik olacak şekilde kimyasal soluyarak geçiriyordu. Doktoruna baktığı her şeyin yeşil olduğunu söyledi. Zamanla gözlerinin beyazı yeşile döndü ve yeşil sıvı kusmaya başladı. Ölümü büyük yankı uyandırmıştı ve otopsi sonucunda iç organlarının bazılarında arsenik bulunduğu ortaya çıktı.
- 19. yüzyılın ortalarıydı, birçok doktor şimdiden sorgulamaya başlamıştı. Arsenik gerçekten iyi huylu muydu? Çünkü toplum şu anda onu tedavi ediyordu. Matilda’nın ölümünden bir yıl sonra Ann Amelia Turner adında bir çocuk aynı savaşı vermeye başlamıştı. Dr. Orton henüz bağlantıyı kuramamış olsa da difteri teşhisinin yanlış olduğunun farkındaydı. Ailenin yaşam koşullarını araştırdı, su tesisatının temizliğini değerlendirdi. Sağlığa zararlı olarak kabul edilen hiçbir şey bulunamadı. Ancak Turner'ın yatak odasını incelerken, duraklamasına neden olan bir ayrıntıyı fark etti: Duvar kağıdı parlak yeşildi… Dr. Orton arsenik teorisini hatırlamasının üzerine Ann Amelia'nın vücudundan doku örneklerini test etmek istedi. Numuneler üzerinde testler yapıldıktan sonra, ölüm nedeninin arsenik zehirlenmesi olduğunu doğruladı. Yeşil bir dönemin ölümüne sebep olmuştu…
BuzzFeed Unsolved Network kanalında “The Arsenic Fashion That Killed Victorians” içeriğine de buradan erişebilirsin.
Yorum yap